1870 savaşı Gustave Flaubert'e gerçek bir şok etkisi yaptı. Daha sonraki yıllarda görülen sinirsel bozukluklarının bu şokun etkisiyle ortaya çıktığı sanılır. Croisset'teki evini Prusyalılar İşgal etmişlerdi ve Flaubert, yazılarını gömmek zorunda kalmıştı. Komün'den sonra Paris'e yaptığı bir geziden, son derece sarsılmış olarak döndü. "Tuileries" bahçesinin harap durumunu gördüğünde "Duygusal Eğitim'i (Flaubert'in ünlü romanı; L'Education senti-mentale) anlayabilselerdi, bunların hiçbiri olmazdı" diye yazacaktı. Flaubert, Fransızlar savundukları siyasal görüşlerin aldatıcılığını önceden görebilselerdi, hiçbir zaman onlar için bu kadar şiddetle çarpışmazlardı demek istiyordu. George Sanda yazdığı mektubunda: "Utanç verici işçiden, anlamsız burjuvadan, aptal köylüden ve nefret verici rahiplerden o kadar bıktım ki" diyordu.
Öte yandan, bu dönemde yazdığı en sert mektuplarında, düşüncelerinin başka bir yön aldığını görüyoruz. Komün'ün Flaubert üzerindeki etkisi, öteki Fransız aydınlarının çoğunda olduğu gibi, onun da burjuva sınıf bilincine sahip çıkması biçiminde görülür. Gerçekten de Flaubert'in yaşamı, annesi ve düşük gelirli aile düzeniyle, hep bir burjuva yaşamışıydı. George Sand'a yazdıklarından, gençliğinde, tıpkı Frederic Moreau (Duygusal Eğitimin kahramanı) gibi "yaşamaktan korktuğunu" anlamaktayız. Bir yandan Eskiçağ'ın görkemli değerlerini yüceltirken, öte yandan da sistemli ve belirli bir bilinçle, yurttaşlarını tedirgin etmek için aşırılıkları körükleyen, XIX. yy. ortalarının, orta halli bir Fransız yurttaşı olarak kaldı. Fransız klasisizminin uzun süreli egemenliği, disiplini, nesnelliği ve biçimsel kuramlara gösterdiği bağlılıkla Flaubert, yapıtlarının kuru bir anlatıma sürüklenmesini önleyebilmiştir. Ancak, işçi sınıfı hükümetinin Paris'i iki buçuk ay süreyle ele geçirip, anıtları yıkması ve burjuva rehineleri öldürmesi üzerine, Flaubert de, Komüncülere herhangi bir saygıdeğer "bakkal dükkânı sahibi" kadar, şiddetle karşı çıktı. George Sand'a "Bütün Komün'ün zindanlara gönderilip, bu kanlı serserilere, kürek mahkûmları gibi boyunlarına zincir vurulup, Paris'in çöpleri toplattırılmalı görüşündeyim. Tabii bu insanlık dışı bir tutum olurdu. Ama bu vahşi köpeklere bu kadar yumuşak davranıp, ısırdıkları insanlara anlayış göstermemek olur mu?" diye yazmaktaydı. Fiaubert'e göre "insan ruhunun aşağılanmasına" neden olan "doğrudan oy kullanma hakkı" bir an önce kaldırılmalıydı; ancak uygarlık gereği olarak gördüğü "zekâ" ve "eğitim"in yanı sıra artık "ırk" ve "para" da, onun için önem taşır olmuştu.
Flaubert, George Sand'a şunları yazıyordu: "Kitle ve çoğunluk her zaman çılgındır. Çok sayıda inancım yok, ama bu inancıma sıkı sıkıya bağlıyım. Ancak ne kadar anlamsız olursa olsun, ölçüsüz verimlilik potansiyeli bakımından kitleye saygı duyulmalıdır. Ona özgürlük vermek, ancak güç vermemek gerekir. Sınıfsal ayrıma senden çok inandığım söylenemez. Kastlar, artık arkeolojinin malı olmuştur. Ancak tek inandığım şey, yoksulun zenginden nefret ettiği ve zenginin de, yoksuldan korktuğudur. Bu durum böylece sürüp gidecektir. İki tarafa da karşılıklı sevgi aşılamaya çalışmak yararsız. İlk olarak yapılması gereken şey, güçlü olan zenginlerin eğitilmesidir. İzlenecek tek akılcı yol, her zaman söylediğim gibi, mandarinlerden kurulacak bir hükümettir. Bu iş için mandarinlerin büyük ölçüde eğitilmiş olmaları gerekmektedir. Halk, sürekli olarak (toplumsal öğeler aşamalanmasından) ikinci sınıfı ve sınırsız kitle özelliğinden dolayı tabanı oluşturacaktır. Çok sayıda köylüye okuma öğretip, rahiplerini dinlemez duruma gelmelerini sağlamanın bize hiçbir yararı olmayacaktır. Oysa Renan ve Littre gibi insanların sayılarını çoğaltmanın ve onları dinlemenin son derece büyük önemi vardır. Kurtuluşumuz, yasalara uygun aristokrasidedir. Bundan amacım, yalnızca sayıca çok olmaktan öte, başka özellikler de taşıyan bir çoğunluk oluşturulmasıdır." Renan ve Taine'in de, bir seçkinler tabakası önererek, benzer görüşlere başvurdukları görülür. Flaubert ise, mandarinlerin egemenliği ve zenginlerin eğitilmesi tasarılarının, yıllar önce çok otoriter oldukları gerekçesiyle aşağılayarak karşı çıktığı Saînt-Simon'un görüşlerinin paralelinde bulunduğunun hiçbir zaman farkına varmadı. Komün, Flaubert'in içinde, kendi türünde bir despotluk eğilimini doğurmuştu.
"Proletarya" kavramı Flaubert'e dokunaklı geliyordu; ona göre proletarya kendi başına etkili eylem yapamayacak kadar aptaldı. Komün, bu bakımdan onu tam bîr paniğe uğrattı; bu yüzden de Komüncülere cani ve serseriler diye sövmekten kendini alamadı.
Edmunt Wilson (The Politic Of Flaubert'den)
DEVRİMLER KARŞI DEVRİMLER
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder